Okunma Sayısı : 204
FikirEdebiyat Dergisi: Hasan Abacı kimdir?
Hasan Abacı : Basit bir hayat yaşamış ama belli bir yaştan sonra çok radikal kararlar alarak farklı yerlere yönelmiş birisi. 17 yaşında Samandağ'dan Antakya'ya bile doğru düzgün gitmeyen biri bir anda karar veriyor ve fethiye'ye çalışmaya gidiyor, 3 sene Fethiye'de çalışıyorum, geri geliyorum ve aklımdaki Amerika işini hayata geçiriyorum. Radikal bir kararla Amerika'ya gidiyorum, yine çok radikal bir kararla da Amerika'dan on bir sene sonra dönüyorum.
FikirEdebiyat Dergisi: Hasan Abacı'ya dair özel olarak tanımlayabileceğiniz bir şey var mı, kendinizi dışarıdan biri olarak gözlemlediğim zaman nasıl tanımlarsınız?
Hasan Abacı : Şöyle söyleyeyim; ben sosyalist-antikapitalist ve bunun benzerleri gibi bir etikete sığınmak istemiyorum, tüm ideolojik akımları okudum, hepsine baktım, her şeyden biraz kaptığını düşünüyorum ama böyle bir tanıma hapsolmak istemiyorum. Ben nasıl bir insanım; hayatı seven, insanları seven, herkesin adil bir şekilde, adaletli bir şekilde -eşit değil- adaletli bir şekilde yaşamasını isteyen bir insanım.
"Enkazdan Paralel Evrene Uyanış" kitabının arka planı nedir? Nasıl bir ortamda bunu yazdınız, sizi böyle bir şey yazmaya teşvik eden şeyler neydi, biraz o dönemi anlatabilir misiniz?
Amerika'ya gittikten sonra sanki zamanda yolculuk yapmışım gibi geldi bana. Nasıl zamanda yolculuk yapmışım gibi? Bu belki Türkiye'nin ekonomik şartlarından dolayı oluşan bir şey bilmiyorum. Ama gittiğimde sanki yüz yıl ileriye gitmişim gibi geldi. Ben 2009 yılında Amerika'ya gittim ve böyle bir sistemin, böyle bir hayatın olabileceği hiç aklımın ucundan bile geçmezdi. Bu kadar düzenli, bu kadar teknolojik, bu kadar kuralların olduğu ve herkesin bu kurallara uyduğu. Bu durum beni çok etkiledi. Bu beni çok etkileyince, ben bunu diğer insanlara nasıl aktarabilirim diye düşündüm. O yüzden bir kitap yazmaya karar verdim, yani bu kitap değil ama kitap yazma fikri öyle ortaya çıktı. Ondan sonra oradaki hayatın da eksikliklerini, yanlışlarını görmeye başladım. İnsanların karşısına çıkarılan zorlukları görmeye başladım. Ve şöyle belki de bir anda aklıma gelen "Daha güzel bir dünya mümkün" cümlesinin etrafında bu kitap oluştu. Neden biz daha güzel bir dünyada yaşamıyoruz?
Bu kitap Amerika'da mı yazıldı, Türkiye'de mi yazıldı?
Düşünce olarak Amerika'da oluştu yazıya Türkiye'de geçirildi.
Fiziksel koşulları soralım; Hatay'a döndünüz, buradasınız; işlerinizi buradan yürütüyorsunuz. Kitap yazma fikriniz var ve o esnada bir deprem yaşıyorsunuz. Kitabı yazmaya depremden önce mi başladınız?
Kitap depremden önce yazılmaya başlandı. Farklı bir hikayeyle paralel evrene bağlanacaktı ama depremi yaşayınca -tarihte de böyledir; böyle olaylar insanları etkiler, edebiyatı etkiler, sanatı etkiler- ben de ondan etkilendim. Madem dedim böyle bir şey yaşadık, o zaman böyle bir gerçelik üzerinden paralel evrene bağlayayım.
Neden hikaye Antakya'da geçiyor? Bu depremle ilgili mi, yoksa sizin Antakya'ya özel bir bağlılığınız mı var?
Özel bir bağlılığım da var Antakya'ya. Ama şöyle, kitaplarda bir sürü ülkeden bir sürü şehrin adı geçiyor, Rusya'nın bile hiç bilinmeyen küçük köylerinin isimleri geçiyor. Ama Antakya'nın adı edebiyat kitaplarında yok. Beş bin yıldır kesintisiz yaşam alanı olan bir şehrin adının geçtiği hiçbir kitap yok. Hiçbir kitap, hiçbir olay Antakya'da geçmiyor. Ben de bunun öncüsü olabilirim diye düşündüm.
Samandağlı olduğunuz halde neden Antakya? Bu hikaye Samandağ'da da geçebilirdi.
Tabi ki Samandağ'da da geçebilirdi ama Antakya bana her zaman daha mistik gelmiştir. O yüzden Antakya.
Romandaki baş kahramanımız, Hasan Abacı'yla ne tür ortak özellikleri taşıyor ? Hasan abacı baş karakterde kendini anlatmış olabilir mi ?
Bu soruyu daha önce soranlar da oldu. Yok, ben bu kadar zor bir çocukluk geçirmedim. Hatta benim tam tersi çocukluğumla ilgili anılarım çok güzel. Ama etrafımdaki insanların çoğunun kitaptaki gibi bir çocukluk yaşadığını biliyorum. Belki bu mesleğimden de kaynaklı bir şey; psikolog olduğum için. 1975 ve 1990 yılları arasında doğan erkek çocukların sadece Antakya'da değil tüm Türkiye'de ortak hayatı bu. Bu yaş grubundan kitabı kim okursa, bana diyor ki " benim çocukluğumu yazmışsın, beni tanımadan çocukluğumu nasıl bu kadar iyi yazabiliyorsun?" .
Çünkü ben çok iyi gözlemledim bunları ama ben onu yaşamadım, ben bu kadar kötü bir çocukluk yaşamadım.
Kitaptaki Servet karakteriyle ortak bir özelliğin var mı?
O karakterle değil de Adeo'yla ortak yanlarım var. Aslında bu kitapta hangi karakter sana daha yakın dersen Adeo'dur derim. Şimdi şöyle bir şey eklemek istiyorum: aslında o kitabın hepsi benim. Tek bir karakterle sınırlamak istemiyorum; hepsi benim gördüğüm, düşündüğüm, deneyimlediğim şeyler. Ben ayırmak istemiyorum ama ille de ayıralım dersek daha çok ortak özellik barındıran karakter Adeo'dur derim.
Hayatımızı çok etkileyen, aslında hayatımız için bir dönüm noktası olan bir deprem gerçeği var. Deprem gerçeğinin hem kitabı yazarken hem kitaptan sonra yazara etkisi ne oldu? Deprem bu hikayede neler değiştirdi?
Deprem sırasında ben üç katlı bir apartmandaydım. Üç katlı bir apartmanın üçüncü katındaydım ve eşim iki çocuğumla beraber bu depremi yaşadık. Oturduğumuz apartmanın ilk katı çöktü, biz ikinci katın balkonundan benim arabanın üstüne basarak indik. Benim araba da balkonun altında kalmıştı. Ben çıkarken ilk yaptığım şey arabanın anahtarını almaktı, alıp dedim ki arabada bekleriz. İndiğimde baktım ki araba da yok. Bunları neden anlatıyorum, çünkü deprem ve deprem sonrasında şunu fark ettim: hiçbir şey yok! Bin yıl önce yaşayan bir insanla aynı seviyedeyiz, tuvalet yok yiyecek içecek yok, hiçbir şey yok! Bin yıl önceki ya da belki de iki bin yıl önceki insan nasıl yaşıyorsa biz öyle yaşıyorduk o anda. İki üç gün sürdü bu çok uzun değil.
Kitaba önceden başlanmış mıydı?
Evet. Başlangıçta hatıralar yazılmıştı. Bu yaşadıklarım da beni böyle çok etkileyince ben dedim ki aslında dünyanın en güzel tarafı basit olması. Yaşamı basit yaşayınca en güzel şekilde tadını çıkarıyorsun, en basit şekliyle, aslında o ev araba bunların hepsi yapay, seni doğadan ayırıyor, ayıklıyor. Bak depremde doğayla baş başa kaldık, hiçbir şey beceremiyoruz. Ne tuvalet yapabiliyorsun kendine, ne barınak, hiçbir şey. Ama bin yıl önceki adam öyle bir şeylerin hiç endişesini duymazdı. Doğaya uygun yaşıyordu, doğaya uygun yaşadığı için de hem psikolojik olarak hem fiziksel olarak güçlüydü. Biz çok zayıfız, bu zayıflığı aslında biraz işte paralel evrendeki basit hayatla insanlara aktarmaya çalıştım kitapta.
Depremden ne kadar süre sonra kitabı yazmaya devam ettiniz?
Depremden iki gün sonra Arsuz'a gittik. 2 hafta sonra döndük. Yaklaşık bir buçuk ay sonra tekrar yazmaya başladım. Ama bu sefer artık hayatımda bir deprem gerçeği vardı. Konteynerda kalıyorduk, artık iş de yoktu zaten, bol bol zamanım da vardı.
Kitaptaki karekterlere depremin bir etkisi oldu mu?
Kahramanların hayatı değişti biraz evet. Şöyle söyleyeyim depreme kadar olan kısmında zaten o kafamdaki şablona öyleydi hiç değişmedi en başından beri. Çünkü dediğim gibi herkesin yaşadığı hayatı yansıtmaya çalışıyordum orada. Ama deprem ve depremden sonraki kısmı evet değişti.
Neden paralel evren, neden paralel evrende gözlerini açıyor?
Çünkü ben bu hayatın tamamen biteceğine inanan biri değilim. Bu benim inancımla ilgili bir şey.
Yani Reenkarnasyon şeklinde mi?
Hayır tam olarak kitapta anlattığım gibi. Paralel evrenler olduğunu düşünüyorum. Ve bu paralel evrenlerde bizim bir değil binlerce kopyamız var, bu evrenlerde kopyalarımız hepsi ayrı ayrı hayatlar yaşıyor. Ama bilinç sadece birinde var oluyor, diğerleri sadece robot gibi yaşıyor. Etrafına bakabilirsin çoğu insan robot gibi yaşıyor; hayatın hiçbir yerini, hiçbir alanını, hiçbir noktasını sorgulamadan.
Paralel Evrenler fikri için şöyle diyebilir miyiz: kutsal kitaplarda artık bulamadığımız ya da artık bizi çekmeyen o saklı cennetleri ifade ediyor ? Yazar böyle bir arayışta mı?
Evet, böyle bir arayış var. Ben çünkü buranın, bu dünyanın artık düzeleceğini düşünmüyorum. artık değil zaten tarih boyunca hiç düzelmemiş. O yüzden ben diyorum ki bu belki de paralel evrenlerin en kötüsünden birindeyiz.
Şöyle soracağım biraz daha derinleşeleşelim; paralel evrene inanıyor olmak, bir tutunma çabası mı ? Aslında bizi kuşatan korkunç gerçekliğe karşı bir motivasyon, bu acı dünyayı kabullenme çabası mı?
Bilmiyorum bunu tabi ki dışarıdan gözlemleyen daha iyi söyler. Ben kendi adıma konuşacaksam ben paralel evrene inandığımı söylemiyorum, bunun olduğunu biliyorum. Bunu kanıtlayamam bir kanıtım yok.
O yüzden mi kitaptaki kahraman gözlerini paralel evrende açıyor?
Evet.
Peki niye geri dönmeye çalışıyor? Daha iyi bir yaşama ulaştığı halde neden eskiye dönmeye çalışıyor?
İşte bu da bizim psikolojimizle alakalı bir şey. İnsan alışmış olduğu şey terk etmekte çok çok zorlanır. Bu soruyu on bir yıl Amerika'da kalmış birine soruyorsun. On bir yıl Amerika'da kaldıktan sonra Samandağ'a neden döndüm? Bir şeyleri yine değiştirebileceğini düşündüm ama geldim beş senedir burdayım. Diyorum ki boşuna dönmüşüm. Hiçbir şey değişmeyecek ve burası beni olumsuz etkiliyor.
Bu paralel evren anlayışının Amerika'ya yapılan yolculukla, iki dünyayı yani Türkiye ve Amerika'yı kıyaslamakla bir ilişkisi var mı?
Tabii ki. Ben daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu oraya gidince öğrendim, yani anladım öyle söyleyeyim. Ondan öncesinde ben öyle bir hayatı hiç hayal bile edemiyordum. Sadece bize sunulan hayat. Daha iyi ne olabilir diye düşünüyordum.
Sınırlarımız gördüklerimiz kadar.
Evet. Ama şimdi oraya gidince bakış açım o öyle bir genişledi ki. Mesela o zamanlar giderken titreyerek gittim Amerika'ya, korkarak. Şimdi sorsan bana dünyanın her yerinde yaşarım, hiçbir yerinden de korkmam, öyle bir özgüvene sahip oldum. Kamboçya'da da yaşarım, Çin'de de yaşarım, Amerika'da da yaşarım.
Geriye dönüp baktığın zaman kitapta acaba burayı değiştirseydin diyeceğiniz, dediğiniz bir yer oluyor mu, oldu mu?
Hayır burayı değiştirseydim dediğim hiçbir yer yok. İçime çok sindi her şey. Sadece gelen eleştirilerden şunu anladım, keşke paralel evrenler fikirini biraz daha açıklasaydım. Yani keşke biraz daha uzun yazsaydım. Bunu biraz daha anlatsaydım dediğim kısım paralel evrenler kısmı. Ama yoksa karakterler yönünde falan hepsi çok içime sindi. Hepsini özel çalıştım, bu kitap bir yıllık - iki yıllık bir çalışma değil, çok daha fazlası.
Hikaye aslında çok bitmemiş gibi görünüyor baktığın zaman. Bu durum kitabın devamının geleceği anlamına mı geliyor?
Evet, ama şöyle gelen ilgiye göre. Yani gerçekten beğenilir, hakkı görülürse yazmayı düşünüyorum. Ne için? Şöyle diyebilirsin, yani sen yaz ister değer görsün, ister görürsün yok öyle değil. Ben tekrar diyorum artık boşa kürek çekmekten yoruldum. Gerçekten karşılığını almayacağım bir şeyi yapmak istemiyorum. O devamı da bende kalsın o zaman. Bu bencilce olabilir ama bunu ben öğrendim. Hayatta da öğrendim. Niye boşa kürek çekiyorum ki? Inan ki maddiyatla hiçbir alakası yok. Hani bana deseler ki bu kitabı biz bir milyon kişiye okutacağız ama senin cebine bir lira bile geçmeyecek kabulüm, bir milyon kişi okusun hiç para istemiyorum. Ama yok, yani Türkiye'de zaten kitap okuma oranı da çok düşük.
Ama şöyle, zaten üreten insanların aradığı kişiler toplumun büyük çoğunluğu değil. Çünkü şöyle bir durum söz konusu, insanları manipüle eden kapitalist güçler yazarlardan çok daha büyük sermayelere, manipülasyon araçlarına sahip. Ellerinde televizyonlar var. Ellerinde işte instagram'ı, facebook'u sosyal medyası. Tek başına bir bireyin bunlarla mücadele edip toplumu bir yere yönlendirme şansı yok, yok yani. Zaten bizim aslında yaşadığımız toplumsal yapı bir zengin diktatörlüğü. Baktığın zaman bütün her şeyi zenginler - burjuvazi elinde tutuyor. Böyle bir gerçeklik söz konusu. Bu gerçeklikte yazarlar aslında o kitaba gerçekten hakkettiği değeri veren, içeriği algılayıp kendi yaşamının bir parçası haline getirecek tek bir kişiyi, o tek okuyucuyu arıyor. O okuyucuya ulaşmaya çalışıyor.
Doğru söylüyorsun ama işte içinde bulunduğumuz sistemde kitabı yazıp tekrar baskıya almak falan, bunlar çok çok uğraş veren şeyler. Boşa kürek çekmek derken ondan bahsediyorum. Yani gidiyorsun, bir sürü işte anlaşmalar yapıyorsun, bilmem ne yapıyorsun senin cebinden para çıkmasa bile. O kadar uğraşıyorsun, uğraşıyorsun, işte o tek kişiyi bulamıyorsun.
Peki bir psikolog olarak Hasan Abacı kitabın neresinde, karakterlerini psikojik açından tahlil etti mi, karekterlerine o psikolojik gerçekliği verebildi mi?
Bence verebildim. Özellikle baş karakter serveti psikolojik yönden çok çok iyi işlediğini düşüyorum. Psikolojik baktığımda gerçekten Servet karekteri çok çok güzel işlenmiş. Ta küçüklüğünden, paralel evrene geçişinden, tekrar geri dönmek istemesine kadar bunların hepsi gerçekçi psikolojik süreçler. Ve bunların çok çok iyi işlenmiş. Babasına bakışı, annesine bakışı, çevresindeki insanlara bakışı, analiz edişi gözlemi. Bunu insanlar farkında olsa da olmasa da yapıyor.
Hep şöyle oluyor , okuyucular kitabı okuduklarında "Başka biri de böyle demek ki" diyorlar. Insanlar aynen Servet gibi yaptıklarını biliyor ama kelimelere dökemiyorlar. Benim yaptığım Servet karekteri üzerinden insanların davranışlarını kelimelere dökmek. Mesela dönütlerden öğrendiğim kadarıyla kitaptaki "Annemin gölgesinde babamın istediği gibi biri olmaya çalışıyormuşum" cümlesi herkesi derinden etkilemiş. Okuyucular bu cümleyle psikolojik bir farkındalığa ulaşıyor. Kendi isteklerinin önemsiz olduğunu farkediyor. Zaten psikolojik süreçlerin en büyük zorluğu bu, kendin olabilmek. Mesela Doğan Cüceloğlu o insanlara kültür robotu diyor. Kültür robotluğundan çıkabilen insan birey olmuştur. Birey de demiyor aslında "şahsiyet" diyor..
Son söz olarak; anlatarak insanların sadece biraz daha ufkunu genişletebilme amacındayım. Çünkü var, daha iyisi var ve daha biz bunu hak ediyoruz. Bulunduğumuz her yeri güzelleştirme çabamız var, böyle doğmuşuz. Daha iyi bir dünya mümkün... Enkazdan Paralel Evren'e kitabı daha iyi bir dünyanın olacağına çok inanıyor.
