Okunma Sayısı : 325
Üniversiteden yeni mezun olmuş henüz iş bulamamıştım. Her sene Kpss'yi deniyor, atanmaya çalışıyordum. Sınav aralarında bulduğum işler varsa gidip o işlerde çalışıyordum. Son sene benim için çok iyi geçmemişti. On seneden beri süren bir aşk ilişkim vardı. Üniversiteyi birlikte okumuş sınavlara birlikte çalışmıştık, sevgilim Kpss engelini aşmayı başarmış ve bir sene önce civar illerden birine atanmıştı. Başlangıçta her şey yolunda görünüyordu. Ben de sınavı kazanıp onun yanına atanma planları yapıyordum. Atandıktan birkaç ay sonra davranışları değişmiş, ilişkimiz yavaş yavaş soğumaya başlamıştı, önceleri buna anlam veremiyordum. Sonraları arkadaş çevresinin etkisinde kaldığını ve bana karşı yabancılaştığını farkettim, lise yıllarından beri beraberdik ve bu ilişkiyi hayata karşı birçok kere sınamıştık, bu ilişkiye ve ona çok güveniyordum.
İlişki derdiyle uğraşırken babamın bir arkadaşı, ovadaki bir köyün biraz dışında yer alan bir köpek çiftliğinde gece bekçisi arandığını, istersem orda çalışabileceğimi söylemişti. Çiftlik köyün dışında, en yakın komşu evine iki kilometre uzaklıktaydı. İş ağır değildi. Akşam sekizde gideceğim, sabaha kadar bekleyeceğim, sabah sekizde eve geri dönecektim. Köpekleri seviyordum ama bir öğretmen adayı için köpek bekçiliği biraz küçük düşürücü gelmişti.
Karanlık, solgun bir Aralık günü, bulunduğu şehre sevgilimi görmeye gitmiştim. İlişkimizin neden bu hale evrildiğini şiddetli bir şekilde tartışırken sevgilim yüzüme bakarak "ben senden artık hoşlanmıyorum " dedi. Nihayet gerçek ortaya çıkmıştı ve ben bu gerçeği duymanın hazırlıksızlığıyla dengemi kaybedip dağılmış paramparça olmuştum. Sanki dünyanın atmosferini de yakan bir atom bombası yanı başımda patlamış ve ben tüm zerrelerimin kavrulup küle döndüğünü gözlerimle görmüştüm. O şok halinin içinde, soluk almaya çalışmış ve titreyen sesimle sadece "neden" diyebilmiştim, "neden"?
"Bilmiyorum" dedi, "istemiyorum ve bilmiyorum" dedi. Buz kesmiş bir ölü olarak suratına baktım, hiçbir pişmanlık yoktu, hiçbir tanışıklık yoktu, karşımda beni çoktan içinden atmış bir yabancı duruyordu. O kadar yabancı bakıyordu ki; içimdeki acı fırtınası hızla bir öfke fırtınasına dönüşüyor ve iliklerimden damarlarıma ölümcül bir nefret akıyordu. Kendimi öldürmekle, onu öldürmek arasında gidip geliyordum. Ayakta kalamayacağımı fark edince ilk bulduğum sandalyeye çöktüm. Konuşamıyordum; pişmanlık, korku, çaresizlik, öfke dalgaları içimin hudutlarına vurup duruyordu. Güç bela ağzımdan "Yapma" kelimesi çıktı. "Yapma, beni bu kadar çaresiz bırakma" diyebildim.. Yabancı beni duymadı, başka hayatlara, başka fikirlere göç etmişti çok önceden; benim o an karşımda gördüğüm bir gölgeydi, bir hayaletti, o hayalet beni çoktan hayatından atmıştı ama bunu şimdiye kadar söyleyememişti.. Gururum kırılmış, binlerce cevapsız soruyla artık adına yaşam diyeceğim bir hücrede yapayalnız bırakılmıştım. Hem kendime, hem ona zarar vermekten korktuğum için, ayağa kalkabilecek hale gelince kapıyı çarpıp çıktım. Bir taksi bulup beni otogara götürmesini istedim. Kendimde değildim, bedenim, yaşamım, aklım, bana ait olan hiçbir şey çalışmıyordu. Otogarda bir otobüs bulup eve doğru yola çıktım..
Benim için cehennem yangını başlamıştı. Her yanım, her an; görünmeyen, duman çıkarmayan alevlerle yanıyordu. Hiç kimseyle konuşamıyor, hiçbir şeye katlanamıyor, evde herkesle sürekli kavga ediyordum. Uyuyamıyordum, ihanete uğramış ve büyük bir hayal kırıklığının enkazı altında ruhu çalınmış bir cesete dönmüştüm. Babam durumu anlıyor ve bu köpek çiftliğindeki işi kabul etmem için beni ikna etmeye çalışıyordu, başka şeylerle oyalanmanın iyi geleceğini söylüyordu. Belki de niyeti evdekileri benim yıkımımdan korumaktı, bilmiyorum. Ben de o kadar sıkılmıştım ki evden, nihayet gidip köpek çiftliğini görmeyi kabul ettim.
Bunlar yaşanırken ben, beni terk eden o yabancıya mesajlar atmaya ve beni neden bu şekilde bıraktığına dair sorular sormaya devam ediyordum. Telefonlarımı açmıyor, mesajlarıma cevap yazmıyordu. Bilmeye hakkım vardı, bırakılıp gidilen herkesin, neyi nerde yanlış yaptığını bilmeye hakkı vardı. Kalanın kendini acıdan kurtarabilmesi için, avunabilmesi için sebepleri bilmesi şarttı. Hayattaki en büyük işkence bir insanı neden terkedildiğini açıklamadan terk etmekti. Her türlü suçlamayı kabule hazırdım, yeter ki cevapsız sorular etimi parçalamayı bıraksındı.
Burada Ölen Burada Kalır
Babam arkadaşına haber vermiş, arkadaşı da beni alması için bir taksi göndermişti. Köpek çiftliğine gidiyordum. Sabah on gibi yola çıktık. Evden çıktıktan bir saat sonra ovanın ortasında bir köye geldik, köyün içinden geçip çiftlik yoluna saptık. Çiftlik köye iki kilometre uzaktaydı. Bir tarafı bir ağaç koruluğu ile diğer tarafları ise uçsuz bucaksız tarlalarla çevriliydi. Çiftlik iki dönüm bir araziden oluşuyordu ve bu araziyi iki metre yüksekliğinde bir duvarla korumaya almışlardı. Dışardan bakıldığında içerisi görülmüyordu, bir kaleyi andırmıştı bana. Taksi, çiftliğin büyük demir kapısından içeri girdi. Çiftliğin ilk girişinde benim kalacağım kiremitli bir ev vardı. Evin bir tarafı hayvanlar için tedavi odası olarak ayrılmış, diğer tarafı ise bekçinin kullanacağı odalardan oluşuyordu. Bekçi için bir oda, bir mutfak ve banyo vardı. Odada bir yatak ve iki kanepe bulunuyordu. Evin olduğu taraf, köpeklerin olduğu tarafla yine bir duvarla ayrılıyordu. Beni köpeklerin bakımını yapan abi karşılamıştı. Evi gezdirmiş, daha sonra köpeklerin olduğu tarafa geçmiştik. Köpeklerin her biri için dış duvara bitişik üç metrekare odalar yapılmış, arazinin ortası ise köpekler oynasın diye boş bırakılmıştı. Köpekler bu odalarda kalıyor, günde dört beş saat ise serbest bırakılıyor, gönüllerince koşup oynuyorlardı. Yüze yakın köpek vardı çiftlikte. Köpekler çok neşeliydi, köpekler için gayet konforlu bir ortam yapılmıştı. Üretimi yapılan ırklar kendilerine ayrılan tarafta odalarda kalıyor, çiftliği korusun diye beslenen iri ırklar ise evin etrafında bağlı şekilde barındırılıyordu. Bu çiftliği kuran kişinin hayvanları sevdiği belliydi.
Biraz dikkatim dağılmıştı, köpeklerle oynamak iyi gelmişti. Birkaç saat sonra çiftliğin sahibi geldi tanıştık. Kırklı yaşlarda, kısa boylu, sempatik biriydi. Siyasal bilgiler mezunuydu. Ama mezun olduğu bölümle ilgili hiçbir işte çalışmamış, bir sürü değişik iş denedikten sonra insanlarla hiç muhatap olmayacağı bir iş kurmak istemiş aklına da köpek çiftliği gelmişti. İlginç biriydi, kuralları sevmiyor, toplumsal kalıpların egemen sınıfların bir yönetim aparatı olduğunu söylüyor ve aşka inanmıyordu. O kısacık sohbetimizde; aşkın tüm ihtişamına rağmen evrimsel bir görevin yerine getirilmesinden başka bir şey olmadığını, insan beyninin evrimin dünya üzerinde geliştirdiği en üst düzey organlardan biri olduğu için kendi narsizminde boğulduğunu ve bu narsisizm yüzünden yaşadığı her şeyi fazlasıyla abarttığını söyledi. Ona göre köpeklerden hiçbir farkımız yoktu. Aşk sadece yeni nesil yaratmaya giden işlevsel bir yoldu. O kurlar, o hoşlanmalar, o etkileme çabaları , alınan hediyeler, özlem, ihtiras , tartışmalar, kıskançlık hepsinin tek amacı yeni bir gen havuzu oluşturmak, türün devamını sürdürmek, yeni bir nesil yaratmaktı.. Zaman algısı olarak sonsuz bir şuan hissine mahkum olduğumuz için; zamansal olarak kendi varlığımızın öncesini ve sonrasını göremiyor, zaman aralığını genişletip insan hayatına uzaktan bakamıyorduk. Fakat köpeklerin ömrü sadece 10 yıldı, köpeklere bakıldığı zaman neslin devamını sürdürme görevi tüm çıplaklığıyla izlenebiliyordu. Bana; beni terk eden sevgili için, seni tercih etmemesinin evrimsel sebepleri var, bu gerçeğe dayanmak çok zor ama bu senin eksikliğin değil demişti.. Söylemleri bana farklı gelmiş, son söylediği tercih edilmeme cümlesi canımı çok acıtmış ama yine de onu sevmiştim. Çalışma koşullarında ve maaşta anlaşınca da el sıkıştık, kiremitli evle dış kapının anahtarını teslim aldım. Ertesi akşam ilk iş günüm olacaktı.
En son kapıdan beni uğurlarken bana:
" Bu çiftliğin değişmez bir kuralı var, burada ölen burada kalır" dedi.
Ben bu cümleden hiçbir şey anlamamıştım. Ne demek istediğini sordum. Çiftlikte ölen bütün köpekleri benim kalacağım evin arkasına gömdüklerini söyledi. Yaşarken bizimle birlikte olan ölüyken de bizimle kalır, biz ölülerimizi bile sokağa atmayız dedi.
Geceleri kalacağım o kiremitli evin bir köpek mezarlığının tam ortasında olduğunu böylece öğrenmiş oldum. Ama ölü köpekler bana ne yapabilirdi ki?
Çiftlik Geceleri
Ertesi gün babamın arabasını alıp işe gittim. İlk iş günümde sabaha kadar uyumadım, köpeklerle oynadım, geceyi izledim, yıldızlara bakıp düşündüm, uykumu bastırmak için ara ara kahve içtim. Sabah olunca eve dönüp uyudum. Bedenim birkaç hafta sonra bu döngüye alıştı. Zaten birkaç hafta sonra çiftlikte geceleri uyuyabileceğim bir sistem kurmuştum. Önceleri kendimi savunmasız hissetsem de günler geçtikçe köpeklerin dilini çözmüş, bir sorun olup olmadığını köpeklerin havlamalarından anlar hale gelmiştim. Köpekler; içinde tehdit taşımayan bir sese tepki veriyorlarsa ya tek tük havlıyorlar , ya kısa kesiyorlar ya da kısık sesle havlıyorlardı. Eğer tanıdık birinin kokusunu almışlarsa heyecanlı ama tehdit içermeyen bir şekilde havlıyorlardı. Eğer çiftliğin dışından başka köpekler geçiyorsa, sadece evin etrafındaki kangal cinsi köpekler havlıyordu. Ama eğer bir tehdit olduğu düşünülen bir insan veya bir hayvan sesi geldiyse bir kıyamettir başlıyor, tüm köpekler tehditkar, ürkütücü bir ses tonuyla havlıyor ve ben müdahale edene kadar susmuyorlardı. Bunları öğrendiğim için akşam 20:00'dan saat 23:00'a kadar oturuyor, kitap okuyor veya televizyon izliyor, 23:00'da da uyumaya geçiyordum. Bir sorun olduğu zaman köpeklerin havlamaları beni uyandırıyor, elime fener ve silahı alıp çiftlikte devriyeye çıkıyordum. Çok tedirgin olursam iri ırk köpekleri serbest bırakıp yanımda götürüyordum.
Çiftlik geceleri bana iyi gelmişti. Yaşadığım ihanetin acısını az da olsa çiftlikte unutabiliyordum. Ovanın içinde yıldızlar ve köpeklerle dolu çok aydınlatılmamış bir gece; yüzümü okşayan ılık bir rüzgar ve ağaçların rüzgarla dansı, bunlar bana iyi geliyordu. Bazen baykuş sesleri, bazen de çakal ulumaları geceye katılıyor, gecemi renklendiriyordu.
Kaldığım evin etrafı gerçekten bir mezarlıktı. Bir sürü köpek gömülüydü. Ölen her köpeğe bir mezar kazılmış, mezarların başına köpeğin adını ve ölüm tarihinin yazılı olduğu bir mezar taşı koyulmuştu. Bazen bu mezarların arasında dolaşıyor, patronumun köpeklerle olan bu bağını sorguluyordum. Köpeklerinin ölüsünden bile vazgeçmiyor, sürekli ölen köpeklerle ilgili anılarını anlatıyordu. Bazen gözlerinin dolduğu da oluyordu.
Geceleri çiftliği tek büyük bir projektör aydınlatıyordu. Evin duvarına monte edilmiş ve köpeklerin bahçesine bakıyordu. Evin ise kendi ışıkları vardı. Evin etrafını aydınlatıyorlardı. Çiftliği dört farklı açıdan izleyen bir kamera sistemi vardı. Ekran benim odamdaydı. Ara ara bakıyordum ekrana.
Bazen gece doğumları oluyor, patronum doğumlara yardımcı olmak için sabaha kadar benim yanımda kalıyordu. Derin derin sohbetlere dalıyorduk. Benim kafamda sürekli bir insanın nasıl bu kadar çabuk yabancılaşabileceği ve hiçbir sorumluluk hissetmeden on yıllık sevgilisini nasıl bırakıp gidebildiği sorusu dolaşıyordu. Bunu patronuma da soruyordum, çünkü ben anlayamıyordum. Bir ilişkiyi bitirmek bana cinayet gibi geliyordu, üstelik karşısındaki kişi hala ona körü körüne inanıyorken, bağlıyken; nasıl bu kadar rahat vazgeçebilmişti? Hem ben bir günah işlemişsem ve bu ayrılık bu günahın sonucuysa, o günahın bana söylenip telafi edilmesinin istenmesi gerekmiyor muydu? Hangi insan sevdiğinin talebine kayıtsız kalabilirdi ki? Hangi insan sevdiğini kaybetmemek için elinden geleni yapmazdı ki? Onun beğenmediği her şeyimi değiştirirdim..
Patronum bana bazı insanların, bazı koşullarda karşı cinsten bir insanın şu ya da bu özelliğinden etkilenip sürüklendiğini, bunu aşk sandığını, karşısındakini de bunun bir aşk olduğuna inandırdığını; sürüklenmeyi sağlayan koşullar veya fikirler değişince de daha iyi seçenekler için ilişkilerinden çok çabuk vazgeçebildiklerini söyledi. Ona göre ben böyle bir insana denk gelmiştim. Öğrencilik yıllarının büyüsünde başlayan bir ilişki, yaşamın gerçekliği ile yüzleşince, tercih edilebilir olmaktan çıkmış olabilirdi. Bana göre terk edilişimin sebebi bu değildi. Ama evet insanlar günümüzde, yazılı ve görsel medya eliyle sürekli sürekli sahip olduklarını kıyaslamaya mahkum edildikleri için, sahip oldukları şeyleri hiç düşünmeden kolayca çöpe atabiliyorlardı, buna ilişkileri de dahildi. Her şeyin çok kolay tüketilip atıldığı bir çağdaydık ve aşk da bundan azade değildi. Ama benim sorumun cevabı bu olamazdı.
İlk Olay
Günler geçiyor, ben ve köpeklerin dostluğu ilerliyor, yaşadığım travmaların etkisini köpeklerle aşmaya çalışıyordum. Bu çiftlik başka bir dünyaydı. Köpeklerin insanlara benzemeyen bir toplumsal sistemi vardı. Bu sistem içerisinde hepsi ayrı karaktere sahip bir bireydi. Bir hiyerarşik yapı vardı ama insanlarınki kadar acımasız değildi. Hiçbir köpek karakter olarak birbirine benzemiyordu. Kimi çok gergin, kimi aşırı şımarık, kimi çok kıskanç, kimi bağımsız karakterdeydi. Ama hepsinin ortak özelliği sevgilerini bana gösterirken çok cömert olmalarıydı.
Çiftlikte birkaç kedi de yaşıyordu. Genelde evin etrafında kalıyorlar ve kangallarla arkadaşlık yapıyorlardı. Çoğunlukla kedileri kangalların sırtında uzanıp uyurken görüyordum. Ama diğer ırk köpekler kedileri yakalayıp parçalamak için deliriyorlardı.
Bir gece devriyemi atmış, kiremitli eve geçmiştim. Her şey yolunda görünüyordu. Köpekler sessiz, gece dingindi. Biraz kitap okuyup uyumayı planlıyordum. Kitap, günümüz insanını eleştiriyordu. Her şeyde kolaya kaçmanın aslında insanı hiçleştirdiğini, günümüz insanın her şeyde en basit ve en rahatı aradığını ama bunun da hem insanın hem ilişkilerinin tükenmesiyle sonuçlandığını anlatıyordu. Kitabın kahramanı olan kadın önce zor geldiği için okumayı, öğrenmeyi, siyasi işler yapmayı ve üretmeyi bırakıyor; sonra daha kolay ve eğlenceli geldiği için gündemi sosyal medyadan takip ediyor ve bir sosyal medya bağımlılığı geliştiriyordu. Bu bağımlılık dikkat dağınıklığına ve odaklanamamaya yol açıyor, gitgide ortamlarda ikili sohbetlerden uzaklaşıp hep ekrana bakmaya başlıyor, arkadaşlık ve aile ilişkilerini zamanla kaybediyordu. Rahatlık- dertsizlik saplantısı, uğraşmama isteği dikkat dağınıklığıyla birleşince aşk ilişkisi de beslenemiyor ve sevgilisi tarafından terk ediliyordu. Kitap, kadının yapayalnız ve zihinsel olarak da tükenmiş, hiçleşmiş bir şekilde intihar etmesiyle son buluyordu.
Tam da son satırları okurken çok hafif bir şekilde kiremitli evin kapısı çaldı. Tık , tık.. Önce rüzgardan kaynaklı bir ses sandım. Sonra biraz daha yüksek bir şekilde tekrar tıkladı. Tık , tık .. Biri evin kapısını tıklatıyordu. Ama bu imkansızdı. Bahçenin duvarlarından biri atlayıp içeri girse köpekler delirirdi, oysa şimdi köpeklerin hepsi sessizdi. Hem birinin kapıyı çalması için benim kaldığım odanın pencerelerinin önünden geçmesi gerekirdi ama kimse geçmemişti. Kapı tekrar çaldı, sanki küçük çok küçük bir el kapıyı tıklatıp duruyordu. Tık, tık...
Köpekler kapıyı çalanı algılamamıştı, köyden uzaktaydım, yalnızdım. Batıl inançlarım yoktu ama yavaş yavaş korkuya kapılmaya başlamıştım. Evin etrafının bir köpek mezarlığı olduğunu hatırlamıştım. Kapıyı çalanı pencereden göremiyordum, en azından gölgesinin pencerelere doğru vurması gerekiyordu ama yoktu. Kameralar kapının önünü göremiyordu. Gittikçe içimde korku büyüyordu. Ne olduğunu bilmediğim ve köpeklerin algılayamadığı bir şey kapımı çalıyordu. Şok duygusu her yerimi sarmaya başlamıştı. Mantıklı hiçbir cevap veremiyordum. Panikle titremeye başladım. Elime silahı almayı akıl ettim. Allah'ım gerçek olabilir miydi? Ölü köpekler kapı çalabilir miydi? Bir ara bayılacak gibi oldum, ne yapacağımı bilmez bir halde odanın ortasından donup kalmıştım. Patronum burada ölen burada kalır derken , böyle bir şeyi mi kastetmişti? Kapı dördüncü kez tekrar vuruldu. Çok hafif bir tıklatmaydı. Korkunun felcini geçiriyordum; neyle karşılaşacağını bilmiyor olmanın paniği, hazırlıksızlığı nefesimi kesiyordu. Yapabileceğim hiçbir şey ama hiçbir şey yoktu. Nefes almaya çalıştım, aklıma dua okumak geldi. Bildiğim bütün duaları fısıldadım. Biraz toparlanır gibi oldum. Köpeklerden istemsizce medet umdum, belki tepki verirler diye. Hiçbir köpek kapının sesini duymuyor, kapıyı çalanın kokusunu-varlığını algılamıyordu. Çıkıp yüzleşmekten başka çarem yoktu, kapının önündekini görmem gerekiyordu. Tüm cesaretimi toplayıp kapıya yöneldim, o kadar ürkek hareket ediyordum ki kapıya varmam sanki bin yıl sürmüştü. Beynim, duygularım korkunç bir karmaşa içindeydi. Deli gibi koşarak bu çiftlikten uzaklaşmak istiyordum. Elim kapıya zar zor gitti, bir elimle silahı doğrulttum, diğer elimle kapıyı açtım. Kalbim duracak gibiydi..
Kapıyı yavaşça açtım. Karşımda hiçbir şey yoktu. Aşağıya baktım, kedilerden biri kapının önünde duruyordu. Kapıyı kedi tıklatmıştı. Köpeklerin havlamamasının sebebi bu olmalıydı. Daha önce bu kedinin camı tıklattığını görmüştüm. Ama nedense aklıma kedinin olabileceği gelmemişti. O kadar yoğun bir an geçirmiştim ki oturup kapının önünde sinirsel bir boşalma yaşadım, istemsizce ağladım.. Titremem geçince odama döndüm, o gece hiç uyumadım. Sabah nöbeti devrettikten sonra patronu arayıp birkaç günlük izin istedim ve birkaç gün çiftliğe uğramadım.. O izin günlerinde , kapıyı tıklatanın gerçekten kedi olup olmadığını düşündüm. Köpeklerin havlamaması, dışardan içeriye birinin atlama ihtimalini imkansız kılıyordu. Ama kedi kapıyı nasıl dört kere bir insan gibi tıklatabilmişti? O kadar küçük bir pati, kalın bir tahta kapıdan güçlü bir tıklama sesini nasıl çıkarabilirdi? Net bir karar veremiyordum, bu çiftlikte bir şeyler gizliydi sanki. Gözümün önünde olup ama gölgeler arasında gizlenen bir şeyler vardı... Ve ben o şeyleri göremiyordum...
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU..
UĞUR AL
Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladığı lisans eğitiminin ardından, genç yaşlarda adım attığı edebiyat dünyasında, yıllar boyunca hem yazar hem de yayın yönetmeni olarak üretmeyi sürdürdü. Yerelden ulusala uzanan çeşitli dergilerde kaleme aldığı yazılar; dilin, düşüncenin ve duyarlığın izini süren bir arayışın ürünü oldu. Bir süreliğine edebiyattan uzak kalsa da, söze ve anlamın derinliğine duyduğu bağlılık hiç eksilmedi. Bu sessizlik dönemi, onun için bir geri çekilme değil, daha derin bir bakışın hazırlığıydı. Şimdi, FikirEdebiyat.com aracılığıyla yeniden yazınsal üretime dönerek, hem geçmiş birikimini hem de yeni arayışlarını okurla buluşturmaktadır.