Ey okuyucu! Eğer yaşantın boyu, bir gün olsun bir teknenin kaptanı olmadınsa – ya da böylesi bir duyguya kapılmadın, böyle bir düş görmedinse – teknen, bir gün ya da bir gece, yolunu şaşırmış, bilmediğin sularda yol alırken haritalarda görülmeyen kayalara çarpıp batmadıysa...
Gök ile yerin öpüştüğü yerde yükselir Himalaya. Dağ değil, bir dev gibidir. Sessizliğin heybetli gövdesi, sonsuzluğun buzla kaplı sureti... Sanskritçede "karın evi" demektir Himalaya; ama bu sadece karla açıklanamayacak bir anlamdır. Zira orada zaman da donar. Orada nefes bile ağır çeker kendini.
Film boyunca karakterlerin konuşmaması, yalnızca bir sinemasal tercih olarak kalmıyor; aynı zamanda modern insanın iletişimsizliğine dair derin bir eleştiri sunuyor. Kim Ki-duk, bizi kelimelerin yetersiz kaldığı bir dünyaya çağırıyor.
Kelebeğin Rüyası, yalnızca iki gencin değil, bir kuşağın umutlarının, hastalığa ve yoksulluğa karşı verdiği mücadelenin filmi. Film, dönemin Türkiye’sine dair güçlü bir atmosfer kurarken, aynı zamanda sanatın ve aşkın nasıl birer direniş biçimi olduğunu da anlatıyor.
Bu yönüyle Çingeneler Zamanı, yalnızca sinemasal bir başyapıt değil; aynı zamanda duygusal bir deneyimdir. İnsan, film boyunca yalnızca Perhan’ın değil, kendi içindeki o temiz ve savunmasız tarafın da giderek kirlendiğini hisseder.
“Sahip oldukların, sonunda sana sahip olur.”