Arama

KAPININ ÖNÜNDEKİ MEKTUPLAR

Okunma Sayısı : 836

Bir kış sabahı gelen mektupta şunlar yazıyordu: "Sıkı giyin, sarılacak kimsen yok." Başka bir mektupta şöyle yazıyordu: "- Bir gün yalnız kalırsan bunu tekrar et: Gidecek bir yerim vardı, ben onu yıktım."

KAPININ ÖNÜNDEKİ MEKTUPLAR

Kimden gönderildiği yazmayan mektupların bir tanesinde yazıyordu:
"Sen uyurdun, bilmezdin.
Ben uzaklardan her gece üstünü örterdim."

İsimsiz mektupların gelişi altı ay önce başlamıştı.
Sadece benim geçeceğim saatlerde kapı önlerine bırakılıyordu.
Sabahları evden ilk çıkan bendim, haftada birkaç kere bırakılıyordu.
Mektuplar banaydı. Emindim.
Bana yıllar önce verdiğim ama unuttuğum bir sözü hatırlatmak ister gibiydiler.

Kimdi bu sözcükleriyle kendini gizleyen ve arzuladığı bir yüreği fethetmeye karanlık bir örtüyle giden?

Bir kış sabahı gelen mektupta şunlar yazıyordu:
"Sıkı giyin, sarılacak kimsen yok."

Mektuplar beni tedirgin etmeye başlamıştı.
Bu bir oyun muydu, yoksa unutulmuş bir aşkın sancısını benden alınacak bir intikamla dengeleyecek, kinli bir yüreğin çabası mıydı?
Veyahut bunların dışında bana gizliden gizliye his büyüten bir ketumun kendi ifade tarzı mıydı?

Başka bir mektupta şöyle yazıyordu:
"- Bir gün yalnız kalırsan bunu tekrar et: Gidecek bir yerim vardı, ben onu yıktım."

Söylenenler birbirinden kopuktu.
Mektupları yazan el, bir anlam bütünlüğü kurmayı umursamıyordu.
Ne hissederse onu yazıyordu.
Benimle oynuyordu.
Benim tüm bunlardan etkilendiğimi, korktuğumu, heyecanlandığımı ve meraktan çıldırdığımı biliyordu.
Beni esir etmişti.

Sokaklarda yürürken dönüp dönüp arkama bakmaya başlamıştım.
Nerede olursam olayım herkesten şüphe etmeye ve herkesin suratına ayrıntıyla bakmaya başlamıştım.
Kendi paranoyamda boğuluyordum.

Bu acımasız kimdi, benden ne istiyordu?
Sorularım cevap bulmuyordu.

Bazen sabaha kadar nöbet tutuyor, mektubu kapıya bırakanı yakalamak için pusu kuruyordum.
Ama benim nöbet tuttuğum gecelerde hiç mektup gelmiyordu.

Ve bana nispet yapar gibi nöbet sonrası gelen bir mektupta şöyle yazıyordu:
"Uyuyamadığım her gecenin sabahında bana bir günaydın borçlusun."

Altı ayın sonunda mektuplara bağımlı hale gelmiştim.
Mektup gelmediği haftalar benim için kâbus gibiydi.
Tedirginliğim ve paranoyam sürüyordu ama o sözcükleri yazan kişiyle aramızda bir ilişki oluşmuştu.
Benim nesneleştiğim ama buna rağmen sürdürmek istediğim bir ilişki.

Birinde şöyle yazıyordu:
"O senden binlerce kez gitmişken, sen onda bir kez daha kalmak için çabalıyorsun ya, kaybediyorsun işte..."

Gelen her mektubu tekrar tekrar okuyordum.
Gizemliliği hoşuma gitmeye başlamış olsa da kim olduğunu bulma dürtüsü peşimi hiç bırakmıyordu.
Aslında aklımdan geçen bazı kimseler vardı.

Ama mektupları yazan kişi, kim olduğuna dair hiçbir ipucu vermiyordu.
Zaten mektuplar birbirinden kopuktu.
Evet, hep duygular üzerineydi ama beni sevdiğini ya da istediğini hiç açık ve net bir şekilde söylemiyordu.

Başka bir mektupta şöyle diyordu:

"Biliyorum, bir erkek için bir kadına bağlanmak, kadının gerdandan vücudunun derinliklerine inen ve aşka çağıran cazibesinin altında; aslında sadece kadının kendi küçük duygularının tatmini uğruna sonu gelmez kıyametlere katlanmak, derinliksiz ve felsefesiz bir hayata mahkûm olmak demekti..."

Benimle felsefe yapıyordu.
Ama bu felsefe yapışı bana geçmişe dair bir şeyler anımsatıyordu.
Sanki bu cümleler benim geçmişte yaptığım bazı şeyler için söylenmiş gibiydi.

Ama o anımsadığım kişi olabilir miydi?
Bu şehre peşimden gelmesi, evimi bulması, beni takip etmesi mümkün olabilir miydi?

Liseli yıllarımdan kalma küçük bir sevda hikâyesiydi.
Hayatımda ilk defa bir kız beni sevmiş, bana haber göndermiş ve biz sevgili olmuştuk.
Ama ilk defa bir kızdan teklif almanın şımarıklığıyla o ilişkinin üzerinde tepinmiş, beni seven o kıza yapmadığım eziyet kalmamıştı.
Herkes kadar aptaldım ve sevginin değerini bilmiyordum.
Bir şekilde beni sevmekten pişman olarak benden ayrılmıştı ve intikam yeminleri ettiğinden hiç şüphem yoktu. Ama daha sonra evlenip çoluk çocuğa karıştığını duymuştum.
Ve bir beyne sahip olduğumda kendisinden özür dilemek için hep bir yerde karşılaşmayı dilemiştim. Yine de yaptıklarım için hiç özür dileme fırsatı bulamamıştım.

Mektupları yazan kişi "O" olabilir miydi?

Evet, intikam almak istemesi akla yatkındı ama bu şehre kadar gelip, böyle zekice bir metotla beni süründürmesi mümkün olmazdı bence.
Hayır, hayır, o olamazdı.

O halde kimdi?
Beni çok iyi tanıdığı kesindi.
Dilimden ve yüreğimden çok iyi anladığı kesindi.
Zaaflarımı bildiği kesindi.

Başka bir mektup şöyle başlıyordu:
"Dünyanın en büyük yüküdür, aklı sende olmayanı ısrarla yüreğinde taşımak..."

Günler, aylar geçiyor, mevsimler tükeniyor, mektuplar bitmiyor ama o gizemli kişi bir türlü açığa çıkmıyordu, çıkartamıyordum.

Bir mektubunu da şöyle bitirmişti:
"...Soluklanmalarından öptüm seni..."

Bir yerde de şöyle diyordu:
"Işıkları öyle bir kapatalım ki, bizi bulmak isteyen kendini yaksın ışık için..."

Öyle yazıyordu ki, sözcüklerinin karşısında erimemek mümkün değildi.
Ama tek taraflı bir ilişkiydi.
Bu ilişkide ben sadece kurbandım.
O yazıyor, ben ise kavruluyordum.
Cevap bile veremiyordum. Denemiştim.
Kapı önüne mektubu aldığım zaman birkaç kere kendi yazdığım mektubu bırakmıştım ama alan kimse olmamıştı.

Uykusuzluk çekiyordum, cevaplayamadığım sorular tüm benliğimi kemiriyordu.
Eğer bu bir intikamsa çok başarılıydı.
Eğer bu bir aşk anlaşmasına girişse, ben yenik girecektim.

Mektuplar yıllarca sürdü, kapının önünü izlesin diye koyduğum kameralar bile mektupları getirenin kim olduğunu belirleyemedi. Hep görüntüleri geriye doğru izledim. Mektupların bırakıldığı sabahların gecelerinde, kapının önünde sadece benim puslu görüntülerim vardı. Sonra birden her şey aydınlandı.

Çok yalnızdım.
Bir şehirde, herkesten ve her şeyden uzak, iki odalı bir yerde ve beş parasız tutunmaya çalışıyordum.
Gidebileceğim kimsem yoktu. Sahipsizdim. Terk edilmiştim.
Yıkımlardan ve iflaslardan geçmiş, ihanetlere uğramıştım. Ve çok çeşitli depresyon ilaçları kullanıyordum.

Mektupları ben yazmıştım.

İntihar etmemek için yapmış, kendime çoğu gece mektup yazmıştım.Kendimi mutlu etmek ve tutunabilmek için. Geceleri sürekli ilaçların etkisinde olduğumdan hem yazdığımı, hem kapının önüne bıraktığımı unutmuştum.
Her gün başka biriymiş gibi kendi kapımın önüne kendim için bir mektup bırakmıştım.
Kimsem kalmayınca, kendimden kendime “kimse” yapmıştım.

Hep bendim.
Ta en başından hep bendim, o sözcükleri kâğıttan duvarlara yazan...

 

UĞUR AL



Etiketler : Yalnızlık unutulmuşluk pişmanlık kendine sığınma zihin-beden ikiliği gerçeklik algısının kaybı aşkın hayaleti kendini iyileştirme arzusu kimlik bölünmesi
UĞUR AL
UĞUR AL

Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladığı lisans eğitiminin ardından, genç yaşlarda adım attığı edebiyat dünyasında, yıllar boyunca hem yazar hem de yayın yönetmeni olarak üretmeyi sürdürdü. Yerelden ulusala uzanan çeşitli dergilerde kaleme aldığı yazılar; dilin, düşüncenin ve duyarlığın izini süren bir arayışın ürünü oldu. Bir süreliğine edebiyattan uzak kalsa da, söze ve anlamın derinliğine duyduğu bağlılık hiç eksilmedi. Bu sessizlik dönemi, onun için bir geri çekilme değil, daha derin bir bakışın hazırlığıydı. Şimdi, FikirEdebiyat.com aracılığıyla yeniden yazınsal üretime dönerek, hem geçmiş birikimini hem de yeni arayışlarını okurla buluşturmaktadır.

Beğendim
Bayıldım
Komik Bu!
Beğenmedim!
Üzgünüm
Sinirlendim
Bu içeriğe zaten oy verdiniz.

Bunlar da ilginizi çekebilir

DÖNÜŞLER...

DÖNÜŞLER...

5 ay önce
Yorumlar