Okunma Sayısı : 177
Bazı filmler vardır, yalnızca izlenmez; yaşanır, içte bir yere yerleşir ve kolay kolay oradan ayrılmaz. Emir Kusturica’nın 1988 tarihli Çingeneler Zamanı (Dom za vešanje) filmi, sinema perdesinden çıkıp seyircinin kalbine sinen o ender filmlerden biridir. Roman halkının gündelik yaşamını, mitlerle ve gerçeklikle iç içe dokuyan bu benzersiz yapıt, zamanın ötesine geçen bir masal kadar büyülü; bir halkın trajedisi kadar acı yüklüdür.
Filmin merkezindeki karakter Perhan, telekinetik güçlere sahip, saf ve kırılgan bir gençtir. Hasta kız kardeşi, yaşlı büyükannesi ve yoksullukla çevrelenmiş yaşamında tutunduğu değerler, onu şehirde karşılaştığı acımasız gerçekliğe karşı savunmasız bırakır. Masumiyetle yozlaşma arasındaki o ince çizgi, Perhan’ın hikâyesiyle ete kemiğe bürünür.
Kusturica, bu dönüşümü anlatırken yalnızca bir bireyin kayboluşunu değil, bir halkın marjinalleşmişliğini, köksüzlüğünü ve hayal kırıklığını da anlatır. Ve bunu yaparken büyülü gerçekçilikle dokunmuş bir anlatım kurar: telekinezi, kehanetler, kuşlar, dualar… Hepsi bu yarı-mitolojik dünyanın doğal uzantısıdır.
Film, çekildiği yer bakımından da özgün bir zemin üzerine kuruludur. O dönem Yugoslavya topraklarında yer alan Saraybosna, Üsküp, Kosova ve Karadağ gibi şehirlerde, gerçek Roman mahallelerinde çekilmiştir. Oyuncuların bir kısmı profesyonel değildir; bu da filme neredeyse belgesel niteliğinde bir doğallık kazandırır.
Zaten büyükanne rolünü oynayan Ljubica Adžović, bir oyuncu değil, gerçek hayatta da bir Roman kadınıdır. Filmden sonra herhangi bir oyunculuk kariyeri olmamış; yaşamını gözlerden uzak, kendi topluluğunun içinde sürdürmüştür. Sahici sesi, yüzündeki çizgiler, yalın varoluşu… Hepsi büyükannenin ağırlığını filme taşır.
Perhan’ı canlandıran Davor Dujmović ise genç yaşta elde ettiği bu ünü ne yazık ki taşıyamamıştır. Filmden sonra birkaç yapımda daha yer alsa da, uyuşturucu bağımlılığı ve depresyonla mücadele etmiş; 2000 yılında, henüz 29 yaşındayken intihar etmiştir. Onun kaybı, filmdeki masumiyetin sinema dışında da korunamayışının trajik bir yansımasıdır.
Kusturica’nın sinema dili, yalnızca bir yönetmenin estetik tercihi değil; bir halkın ruh halini biçimlendiren duygu dünyasıdır. Görüntü yönetmeni Vilko Filač’ın kullandığı ışık, mekânlar arasındaki geçişlerde yarattığı sert kontrast, uzun planlar ve simgesel detaylar (kuşlar, aynalar, yansımalar) bu dünyanın yalnızca izlenmesini değil, hissedilmesini sağlar.
Çingeneler Zamanı’nın duygusal yükünü taşıyan unsurlardan biri de hiç kuşkusuz Goran Bregović imzalı müziklerdir. Bregović, yalnızca film için besteler yapmamış; adeta Roman halkının kalp atışlarını notalara dökmüştür. Film boyunca duyduğumuz melodiler, bir kültürün hem acısını hem neşesini hem de kaderini taşır. Roman müziğinin inişli çıkışlı ritmi, karakterlerin inişli çıkışlı hayatlarıyla örtüşür. Bir sahnede düğün havası estiren müzik, bir diğerinde sessizce içe çöken bir yas duygusuna dönüşür. Özellikle Perhan’ın duygusal kırılmalarını eşlik eden ezgiler, söze gerek kalmadan seyircinin içine işler. Bregović’in müziği, bu filmde bir fon değil; anlatının içinden doğan, onunla birlikte soluk alan canlı bir varlık gibidir.
Çingeneler Zamanı üzerine yazmak, yalnızca bir analiz değildir; aynı zamanda bir hatıraya dönmektir. Bu filmi ilk kez üniversite yıllarında izleyenler olarak üzerimizde bıraktığı etkiyi anlatmak, belki de filmi anlatmaktan daha güçtür. Bittiğinde insan, ağlamamak için kendini zor tutar. Öyle bir burukluk yayılır ki içinize, o duygu günlerce çıkmaz içinizden. Filmin anlatısı sona erse bile, duygusu uzun süre sürer. Yani film, kendi zamanını aşar; izleyicisinin zamanına da sızar. Bir iz bırakarak geçer.
Bu yönüyle Çingeneler Zamanı, yalnızca sinemasal bir başyapıt değil; aynı zamanda duygusal bir deneyimdir. İnsan, film boyunca yalnızca Perhan’ın değil, kendi içindeki o temiz ve savunmasız tarafın da giderek kirlendiğini hisseder. Ve belki de bu yüzden bu film izlendikten sonra kolay kolay unutulmaz.
Perhan’ın gözlerinde kalan o donukluk, bir halkın uzun yalnızlığını temsil eder. Büyükannenin dualarında, kardeşinin yüzündeki umutta, bir müziğin ortasında eğlenen kalabalıkta saklı olan keder, her an hissedilir. Film bittiğinde, geriye yalnızca bir hikâye kalmaz; insanın içinden eksilen bir şey de kalır. İşte bu yüzden, Çingeneler Zamanı, izleyen herkeste bir boşluk bırakır. Ama aynı zamanda o boşluğun neyle dolması gerektiğini de usulca fısıldar.
Mutlaka izlenmesi gereken bir film..
FikirEdebiyat Sinema Kurulu ısrarla bu filmin izlenmesini önerir..
HAZIRLAYAN: FİKİREDEBİYAT SİNEMA KURULU