Okunma Sayısı : 278
"Kapat şu radyoyu!" diyen annesinin sesiyle irkildi. Kolay kolay hiçbir şeye kızmayan ama kızdığında üzerinden dumanlar yükselen bir kadındı annesi. Büyük dedesinden kalan ve her zaman keyifle dinlediği radyoyu kapatırken "Hayırdır anne bir derdin mi var?" dedi Mahir. "Var, evet" dedi emekli Refika Öğretmen. "Nedir, kimdir seni üzen canım annem?" dedi Mahir. "Sensin işte!" diye kükredi Refika Öğretmen sesinin dozunu yükselterek. Gülümsedi Mahir ve "Ne yaptım Refika Öğretmenim?" dedi. "Neden evlenmiyorsun sen?" "Hoppalaa, nerden çıktı şimdi yine bu, o kadar da konuştuk seninle. Hem bu zamanda hangi kızla evlenilir ki?" "Neden Zeynep'le evlenmiyorsun?" Mahir yine gülümsedi:"Refka Öğretmen! Zeynep benim ilkokuldan beri en yakın arkadaşım. Nasıl evlenirim ki onunla, ona o gözle bakmıyorum ki ben."
Zeynep ve Mahir çocukluk arkadaşıydılar. Aynı mahallede büyümüşlerdi. Uzayan boylarının her santiminde birbirleriyle anıları vardı. İlkokul ve ortaokulu beraber okumuşlardı. Anne babaları zaten ezelden beri tanışıktı. İlkokul öğretmenleri de Refika Öğretmen'di. Zeynep birinci sınıftayken dili dönmediği için öğretmenine Refika Öğretmen yerine Refka Öğretmen diyordu. Refika Öğretmen de bu saçları her daim örülmüş, pırıl pırıl giyinmiş prensesin sözünü nasıl olsa düzelir diyerekten hiç düzeltmemişti. Ancak ikinci sınıf başladığında Refka Öğretmen Refika Öğretmen oluvermişti. Lisede okulları ayrıldıktan sonra, üniversiteyi de birbirine yakın sayılacak iki farklı şehirde okumuşlardı ama her gün birbirleriyle haberleşiyorlardı.
"Oğlum bin tane kız arkadaşın oldu ama hiçbiri Zeynep'in tırnağı bile etmez. Hadi git tut elinden Zeynep'in, evlenelim de. Hem yıllardır bunu bekliyor Zeynep, ben anladım sen anlamadın bir türlü." "Amma ettin be anne" dedi Mahir ve konuyu önemsemediğini belli etmek için yüzünü çevirdi. "Hadi hadi uzatma, öğretmeninin sözünü dinle terbiyesiz!" dedi şirince bir azarlamayla Refika Öğretmen ve tatlı bir tokat indirdi Mahir'in yüzüne. Mahir de gülmemek için kendini zor tutmuş, sözde ağlamaklı banyonun yolunu tuttu. Duşunu alırken annesinin son zamanlarda evlilik konusunu daha sık dile getirdiğini farketti. Zeynep konusunda ısrar etmesine şaşırmamıştı ama yıllardır kalbindeki kilitli kutuda sabırla bekleyenin Zeynep olup olmadığını düşünmeye başlayacaktı ki birden irkildi, soğuk terler vücudunun her zerresinde gezintiye çıktı. Zeynep onun can dostu, arkadaşı, sırdaşı, yoldaşıydı. Böyle bir şeyi düşünemezdi. Çünkü onunla evlenirse kaybı da kazancı kadar büyük olacaktı. Zeynep'in dostluğu, peri bacaları misali oluşması zor ve güzel ama yıkılması bir o kadar acı verecek bir dostluktu.
Duştan çıkar çıkmaz Zeynep'i aradı, "Yirmi dakika sonra" deyip cevabı bile beklemeden telefonu kapattı. Bu hareketi Mahir'in imzası gibi bir şeydi. Giyindi, mahallenin en ucundaki evden kokusu duyulacak kadar parfüm sıktı, dışarı çıktı ve sokağın başına kadar yürüdü. Ömürlerinde iki kez dışında her defasında olduğu gibi, bekleyen Zeynep, bekleten Mahir'di. Selamlaşıp yürümeye başladılar. Patavatsız Mahir "Annem evlenmemi istiyor" deyiverdi. Zeynep bunu duyar duymaz yüreğinde bastıran şiddetli fırtınayı belli etmemeye çalışarak "Birini mi bulmuş Refka Öğretmen?" dedi. Mahir "Evet çok güzel bir kız, hem de avukat" dedi. Zeynep şakağına kurşunu sıkmadan son sözünü söylercesine "Bizim barodan mı? Hepsini tanırım, adı ne?" dedi. "Evet sizin barodan, her gün görüyorsun onu" dedi. "Çatlatmasana insanı, kim bu?" "Aynaya bakınca görürsün" deyince omzuna sağ kroşeyi yedi Mahir. Zeynep rahatlamak için verdiği nefesi bağırarak verse etraftaki evlerin camları kırılabilirdi. Mahir gibi olayı ciddiye almadığını hissettirmeye çalışarak hiçbir şey demedi Zeynep.
Acaba Zeynep gerçekten kendisiyle evlenmek ister miydi? Bu durum önceleri aklının ucundan bile geçmemişti Mahir'in. Zeynep, hayat hikayesinin başrol oyuncusu muydu, yoksa filmdeki önemli yan rollerden biri miydi? Neredeyse tüm anılarında Zeynep vardı. Telefonunu eline aldığında telefon adeta Zeynep'in adını bile bile karşısına çıkarıyordu. Birbirleri olmadan ne alışverişe çıkar ne gezmeye gider ne de önemli bir karar alırlardı. Hele ikisini ilgilendiren bir dedikodu olsun, bunu birbirlerine ulaştırmaları ışık hızında olurdu. Mahir'in düşüncelerindeki meydan savaşı tüm hızıyla devam ediyordu. Zeynep'se savaşı bitiren barış antlaşmasını sunmaya çoktan hazırdı.
Mahir, hayatının yönetmenliğini annesine bıraksa film afişindeki en büyük fotoğraf Zeynep'inki olurdu besbelli. Oysa kendisi inşaat mühendisi olurken de diğer bütün önemli kararlarını alırken de annesinin fikrini hiç sormamıştı ama Zeynep'le bunu uzun uzun tartışmışlardı. Yıllar önce ölen babasından dolayı annesi Mahir'in üzerine fazla gitmezdi ama belli ki Refika Öğretmen'in yol göstermek için arabanın devrilmesini beklemeye niyeti yoktu.
Her zaman buluştukları kafeye girip oturdular. Kafe, deniz kenarında küçük bir büfe misali dışarıdaki masalara servis yapılan şirin bir yerdi. Hem kafenin çalışanlarını hem de deniz kenarında oturmayı çok sevdiklerinden buraya sık sık uğrarlardı. Mahir, Zeynep'in gözlerinde daha önce hiç görmediği bir bakışla karşılaştı ve o anda Zeynep'in kendisine karşı boş olmadığından ciddi şekilde şüphelenmeye başladı. Bu aslında yakın çevrelerindeki hiç kimse için şaşırtıcı değildi ama Mahir durumu yeni yeni fark ediyordu. Yine güncel ilişkisini uzun uzun anlatacakken bu sefer lafı kısa kesti ve kız arkadaşı İpek'le artık hiç görüşmeyeceğini söyledi. Zeynep şaşırdı ve "Genelde şikayetlerin ilişkilerinden daha uzun sürerdi. Bu sefer ne oldu" dedi gülümsemesini kalbindeki en derin yere gömerken. Mahir "Bilmiyorum her şey çok yapmacık, sanki karşıma gelen her kız bana kendini beğendirmek için palyaçoya dönüyor. Ben bunu istemiyorum, doğal olsun canımı yesin" dedi Zeynep'in ölüm kadar gerçek, toprak kadar doğal bakışlarına bakarak. Mahir ilişkiden ilişkiye hızlıca geçiş yapar, Zeynep nasılsa bu kızla da evlenmez diye pek endişelenmezdi bile.
Mahir yeni inşaat projelerinden, Zeynep dolandırılma davalarından bahsetti. Biraz siyaset biraz edebiyat konuştular ama sohbetlerinin bu kadar kısa sürmesi nadiren olurdu. Boğazlarında çaylarının geçeceği kadar bir boşluk bile kalmamıştı sanki. Dalıp dalıp gittiler hep. Mahir aklına yıldırım gibi düşen düşüncenin enkazıyla uğraşırken Zeynep bukalemun misali renkten renge giren yüzünü Mahir'den saklamak için şekilden şekle girdi. Kalktılar, hesabı Zeynep ödedi. Mahir cüzdanını en son ne zaman gördüğünü bile hatırlamıyordu.
Sahilde biraz yürüdüler sessizce. Mahir de annesi gibi sıkıntısını hemen dışa vurmaya açıktı ama konuya nasıl gireceğini bir türlü bilemedi. İki bukalemun yan yana yürümeye devam ettiler. İlk dile gelen Mahir'di:"Annemin sözleri için ne diyorsun? Benimle evlenir misin?" Zeynep içindeki eveti söyleyip yarım saniyelik düşünde nikah defterine imzasını attıktan sonra kekeleyerek:"Refka Öğretmen düşündüğünü çabucak dile getirir. Elbette senin iyiliğini ister, kızma ona." dedi ama Mahir'in gözlerine bakamadı bunları söylerken. Mahir "Onu sormuyorum sen ne diyorsun?" "Ben ne diyeyim ki? Görüyorsun dostuz biz. Birbirimizin her şeyini bilen insanlarız. Olmaz ki. Yani olacak olsa çoktan olurdu." derken denizden bir köpekbalığı çıksın ve onu kapıp tekrar denize dönsün diye dua etti adeta. Bu sözlerden sonra Mahir Zeynep'in ona karşı boş olmadığından emin oldu. Yine hiç konuşmadan yürümeye devam ettiler, yol bir türlü bitmek bilmemişti ve evlerine yetiştiklerinde bir maratonu bitirdiklerini düşündüler ikisi de. Mahir Zeynep'e sarıldı ve Zeynep evine geçti. Mahir de az ilerideki evine doğru adımlarını atarken sarılmalarının ilk defa bu kadar tuhaf hissettirdiğini düşündü.
Aynı anlarda yataklarına uzanıp düşünmeye başladılar Mahir ve Zeynep. İkisi de tavana bakarken kendilerinden geçmişlerdi. Mahir için durum çok zordu çünkü Zeynep'siz bir hayatı düşünemezdi. Evlilik teklif etse, Zeynep kabul etmese o aşamadan sonraki ilişkilerinin bozulması Mahir için işkence çeke çeke ölmekten beter olurdu. Ömründe girdiği en zor sınavda bile bu kadar ter döküp kaygılanmamıştı. Savaş meydanında tek başına ülkesini savunmak zorunda kalan bir şövalye gibiydi. Tek bir ihtimal vardı ve ne olursa olsun Zeynep'in onun hayatında olmasıydı. Zeynep'in aklındaki ihtimal de Mahir'inkiyle aynıydı..
Ertesi gün, tam yirmi üç yıl aradan sonra ilk defa birbirlerinden haber almadılar. İkisi de birbirinin bu konuyu ciddiye aldığının farkındaydı. Birbirleriyle yüzleşmeden geçirdiler o günü ama pek de sağlıklı bir gün geçirdikleri söylenemezdi. Mahir projenin yapı ruhsatı evraklarını eksik hazırlayıp projenin bitim süresini üç ay uzatacak bir hata yaparken, Zeynep ömründe ilk kez aynı gün iki dava kaybetti. İkisi de şairin beğenmeyip buruşturarak yere attığı kağıtlardaki şiirler gibiydiler. Bir araya geldiklerinde mükemmel şiiri oluşturacaklarını Zeynep hayal ediyordu ama Mahir'in bu son birkaç güne kadar bu şiirden haberi olduğu bile söylenemezdi.
Akşam Mahir annesiyle konuşmak istediğini söyleyince emekli öğretmen yıllarca eline alıp hiç kullanmadığı nar çubuğunu tekrar eline aldı ve bu büyük gözdağıyla oğlunun yanına oturdu. "Refka Öğretmen, Zeynep dün bir tuhaftı. Senin bana söylediklerini ona söyledikten sonra yüzü renkten renge girdi, sesi titreyerek konuşmaya başladı." Refika Öğretmen mesleğinden bir kuple sunarak "A benim salak oğlum. Otuz iki yıl öğretmenlik yaptım, insan sarrafıyım ben. Zeynep'i seni tanıdığım kadar iyi tanırım. Siz birbirinizinsiniz. Hadi Zeynep'i haftasonu kahvaltıya çağır" dedi. Mahir şaşkın, mutlu ve daha da şaşkın ruh halleri arasında gidip geldi. "Peki" diyebildi, annesini yanağından öptü ve yeni kurulmuş kocaman bir kum saati misali gecesi başladı. Yine düşündüğü ilk olasılık Zeynep'in koşulsuz şartsız hayatında olmasıydı. İkinci olasılık ve başka kaç olasılık varsa tamamı birincisinin aynısıydı.
Sabah aynadaki Zeynep'in yüzünün kendi yüzüne dönüşmesi için kendini tokatlaması gerekliydi Mahir'in. Artık Zeynep'i bir eş olarak düşünebilmeyi başarmıştı. Mahir kendine kendini daha iyi tanımadığı için kızdı. Kalbinde Zeynep'in olduğunu fark etmemesi kendisine bile ne kadar yabancı olduğunu fark ettirdi ona. Kendine bu kadar uzak kalan bir insan yollarını yanlış çizer, kendini yanlış adreste bulurdu. Oysaki en yakınındakiler bile bunu sezmiş ve beklenti içine girmişlerdi. Sadece kendi kaybı değil, Zeynep'in de kaybıydı bu. Belki de yıllardan beri çok mutlu bir evlilikleri olacaktı.
Eğer evlenirlerse neler yaşayacaklarını çok net tahmin edebiliyordu. Onun sorumsuzluklarını, düşüncesizliklerini Zeynep kapatacak, Zeynep'in şuncacık kazancınıysa kendisi dengeleyecekti. Kararını vermişti, Zeynep'le evlenecekti. Yine de içinde onu rahatsız eden tanımlayamadığı bir his vardı. Hayatındaki en önemli iki insandan birinin hayatından kopmasını düşünmek bile istemiyordu.
Akşam iş çıkışı Zeynep'i aldı ve yine sahildeki kafenin yolunu tuttular. Dünkü iletişimsizliklerinin sebebinin uzun uzun bu konuyu düşünmesi olduğunu açıklarcasına "Seninle evlenebilir miyim Zeynep?" dedi Mahir. Masaların üzerinde kırmızı beyaz kareli örtüler vardı. Etraftaki meşrubat veya çay tüketen sıradan insanlar vardı. Ne güzel bir masa ne yemek ne mum ne gül yaprakları ne diz çökme ne keman sesi... Zeynep de Mahir'den daha fazlasını beklemezdi ama "Yüzüksüz mü?" dedi. Mahir doğasına müthiş uyumlu bir şekilde yüzüğü arabada unutmuştu. Koşa koşa arabaya gitti, getirdi, tekrar sordu, Zeynep gözyaşlarını tutamayarak başını aşağı yukarı birkaç defa salladı. Mahir'in Zeynep'in parmağına koyduğu yüzük o kadar genişti ki Zeynep bu şapşallığa kalan ömrü boyunca katlanacağının bilinciyle gülmeye başladı.
Aileler buluştu, evlilik konusu konuşuldu, sohbet edildi, yemek yendi ve Mahir dışında herkesin zaten çoktan başlamış olduğu hazırlıklara giriştiler. Ne Mahir bu konulardan çok anlardı ne de Zeynep'in gözü yükseklerdeydi. Evlilik hazırlığı içerisindeki çoğu çifte göre çok daha kısa sürede hazırlandılar. Zeynep'in nikah kıyafeti için iki mağaza gezmeleri yetti, Mahir'in kıyafeti içinse beden ölçülerini söyleyip kıyafeti denemesi yeterli oldu.
İki ay sonra nikah masasındaydılar. Nikah memurunun Mahir'e "Zeynep Hanım'la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" sorusundan sonra "Durun, bu nikah kıyılamaz!" diye bir bağırış duyuldu. Mahir'in nikaha yetişemeyeceği için üzüldükleri abisi sürpriz bir şekilde törene yetişmiş ve çocukluklarında sık sık beraber izledikleri Yeşilçam filmlerine atıf yapan bağırışıyla bir anda nikah salonunda bitmişti. Mahir sesin geldiği yöne bakıp abisini görür görmez ona doğru koştu ve abisine sarıldı. "Bensiz mi evlenecektin aptal herif" dedi abisi ve Mahir'in yüzünü bir ton daha kızartan tokadıyla nikah masasına doğru yürüdüler. Abisi hiçbir şey konuşmadan Zeynep'e de uzun uzun sarıldı ve Zeynep'in kulağına "Sonunda uyanmış bizim şapşal" diyerek onu güldürdü. Evet cevaplarından sonra Mahir Zeynep'in ayağına bastı ve salondan kahkaha sesleri yükseldi.
Balayı için İsviçre Alplerine gittiler. Her zaman olduğu gibi Mahir, ben nasılsa hallederim diyerek plansız bir seyahate çıkmıştı. Kalacak yer ararlarken Ibis Otel yazısını görünce "Burada kalalım mı?" dedi Zeynep'e. Zeynep de otel ilk bakışta hoşuna gittiği için hemen kabul etti. Kimliklerini resepsiyona verdikten sonra resepsiyonist onları bir dakika bekleteceğini söyleyerek arka odaya geçti ve siyah kaplı bir defter getirdi. Defteri açtı ve onlara gülümseyerek İngilizce'yle Salih Bey adında bir beyefendinin tam on sekiz yıl önce buraya geldiğini, yaklaşık on ila on beş yıl sonra Türkiye'den Mahir ve Zeynep adlı çiftin balayı için buraya geleceklerini ve bir haftalık balayı ücretini o günün kuru üzerinden otele ödediğini söyledi. Önce bunu idrak edemediler, ancak taşlar yerine oturduktan sonra gökyüzünden bir meleğin inip ikisinin de sırtlarına kanat taktığını hissettiler. Mahir'in mutluluktan dili tutulmuştu, Zeynep'in gözyaşları gökyüzünden dökülse bu büyük bir felakete yol açabilirdi..
Salih Bey Mahir'in on beş yıl önce vefat eden babasıydı. Vefatından üç yıl önce eşi Refika Hanım'la birlikte bu otele tatile gelmişlerdi. Ta o zamandan oğlunun Zeynep'le evleneceğini tahmin ettiğinden bu şirin oyunu onlara oynamıştı ve bundan eşine bile asla bahsetmemişti. Çocuklarını birbirlerinden hiç ayırmazdı ama Mahir'in Salih Bey'in kalbinde çok özel bir yeri vardı. Salih Bey ve Refika Öğretmen'in ustalık eserleriydi Mahir. Abisine göre onu çok daha doğru yetiştirmişler, onu sıkı sıkıya kanatları altına almışlardı. Zeynep'le muhtemel evlilikleri yazdıkları bir senaryo olmasa da bu senaryonun sonunu çok doğru tahmin etmişlerdi. Çünkü Mahir'in kişiliği bir duvarsa eğer her tuğlasında imzaları vardı. Bilhassa Salih Bey kendinden çok emindi. Sanki oğlunun kumandası elindeydi ve Mahir'in hayattaki tercihleri Salih Bey'i hiçbir zaman şaşırtmazdı.
Mahir'in Ibis Otel'i seçmesinin sebebi babasının çocukluğunda yıllar yılı kendisini İbiş diye çağırmasıydı. Refika Öğretmen'in bunca uyarısına rağmen Salih Bey herkesin önünde oğluna İbiş diye seslenir, bu da Mahir'in çok hoşuna giderdi. Hatta arkadaşlarına kendini benim adım İbiş diye tanıttığı olurdu. Zihnine ve kalbine kazınan İbiş ismini otel tabelasında görür görmez orada kalmaya karar vermişti Mahir. O gün, bir oğulları olursa adını Salih koyacaklarına ant içtiler...
MEHMET ALİ GÜCEL
1992 yılında Antakya’da doğdu. Kilis 7 Aralık Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Hâlen memleketinde bir devlet anaokulunda müdür yardımcısı olarak görev yapmakta, aynı zamanda Sosyoloji öğrenimini sürdürmektedir. Edebiyatla bağı, yaşamının her döneminde sürdü; yazmak onun için bir ifade biçimi olduğu kadar varoluşunu anlamlandırma yoluydu. Sait Faik’in “Yazmasaydım deli olacaktım” sözünü kendine rehber edindi. Gündelik hayatın ritminden süzülen izlenimleri insan ruhunun kıyısında gezinerek satırlara taşımaya çalışıyor. Yazınsal serüvenini şimdi FikirEdebiyat çatısı altında okurla paylaşıyor.