Okunma Sayısı : 358
Bu çağı tek kelimeyle ifade edecek olsam "Aynılaşma" çağı derdim. Görsel iletişim araçlarının gelişimi ve etkilerinin korkunç boyutları , insanların birbirini taklit etmesini bir zorunluk haline getirmiş görünüyor. Elbette neyin taklit edileceğini tek tek bireylerden çok, insanlara bir şey satmak isteyen kapitalist şirketler belirliyor. Belirliyorlar çünkü, insanları manipüle edecek tüm sermaye ve araçlara sahipler. Yazılı ve görsel medya, yayın evleri, sosyal medya , bir bütün olarak insanların fikir oluşturmasına yarayan her şey şirketlerin elinde.
Satılmak istenen bir ürün, aynı anda binlerce medya-iletişim aracı üzerinden görünür hale getiriliyor. Gazete reklamları, tv reklamları, instagram reklamları, facebook reklamları, kent merkezlerindeki reklam panoları. Nereye baksanız gördüğünüz o ürünü bir süre sonra siz de almak zorunda hissediyorsunuz. Bu elbette sadece ürün satışlarında olmuyor. Bu devasa manipülasyon makinesi, insanları birbirine benzetmek için de kullanılıyor. Kapitalizm, kendi işleyiş yasalarına uyum sağlamayan insanları, fikirleri sevmiyor. Kapitalizm ürettiği her şeyi satmak zorunda, "para-meta-daha çok para" döngüsünün durmaması şart. Bu yüzden insanlığı kendisi için uyumlu, itirazsız bir kalabalığa çevirmek zorunda. Ve çeviriyor da.
İnsanlar hızla birbirine benziyor, birbirini taklit ediyor. Bu benzeşme hem şeklen hem bilinçsel yönden ilerliyor. Güzellik endüstrisi kadınları şeklen tek bir kadına dönüştürüyor, artık sokaklar birbirine tıpatıp benzeyen silikon dudaklı kadınlarla dolu. Evlilik teklifleri artık hep aynı modelle yapılıyor, erkeğin diz çöktüğü kadının şaşırdığı yapmacık vasat bir oyunculuk, ayrıca bu teklifleri daha ilgi çekici hale getirmek için yapılan türlü soytarılıklar da cabası. Bunun gibi bir sürü şeklen benzeşmeyle birlikte, şimdi kapitalizm bize bilinçsel bir aynılaşma pratiği sunuyor: Spirütüellik.
"Spiritüel" kelime anlamı olarak “ruhsal, manevi” anlamındadır. Türkçeye Fransızca spirituel kelimesinden geçmiştir ve kökeni Latince spiritus yani “ruh” anlamına gelir.
Yaklaşım olaraksa insanın fiziksel ve maddi dünyadan öte, manevi varoluşuna, içsel dünyasına, ruhsal gelişimine odaklanmasını ve bu düşünceleri merkeze alarak yaşamasını ifade eder. Fakat burdaki maneviyat dinsel bir maneviyat değildir. Spiritüel yaklaşım daha bireysel, deneyim temelli ve içe dönüktür.
Buraya kadar Spiritüellik kabul edilebilir, kendi halinde bir akımmış gibi duruyor ama değil. Kapitalizm bu yaklaşımı hem daha çok tükettirmek hem de kendi suçlarını ve gerçekliğini örtmek için kullanıyor.
Ruhsal farkındalık, evrenle uyum, içsel yolculuk, enerji derken bize hem bunlara dair yoga matından bir kuvars kristaline, nefes terapisinden, bilinçaltı seansına kadar binlerce ürün ve hizmet satıyor; hem de insanlığa gerek bireysel gerek toplumsal olarak yaşattığı bütün kötülükleri evrene ve enerjiye bağlayarak sorumluluğu kendi üstünden atıyor.
Geçinemiyorsun, hayat pahallığı had safada, proteine ulaşamamaktan fiziken çökmüşsün kapitalizm sana "çakraların kapalı" diyor.
Moralin bozuk, gelecek kaygısı çekiyorsun, belirsizlik seni boğuyor, kapitalizm "evren sana mesaj veriyor "diyor.
İş bulamıyorsan “düşük titreşimlisin.” Depresyondaysan “Merkür retroda.” Uyum sağlayamıyorsan “eski karmanın etkisindesin".
Sistem (veya şirketler düzeni veya egemen sınıf olan Burjuvazi), “Her şey enerjidir, Suçlu Evrendir” diyerek hayatın politik, toplumsal ve ekonomik yanlarını ve kendi suçlarını görünmez kılıyor.
Ve ne yazık ki başarılı da oluyor. Insanlar hızla bu yaklaşımı benimsiyor ve aynılaşıyor..
Neden bu kadar kolay düşülüyor bu tuzağa? İnsanlar yorgun ve mutsuz. Kapitalizm de kendi suçlarını örtme konusunda fazlasıyla usta. Insanlar sistemin işleyişini ve bu işleyişin kendilerini nasıl mağdur ettiğini anlayamıyor. Bu yorgunluk ve mutsuzluk bir anlam arayışına yol açıyor.
İnsan, yaratılışı gereği var olduğu günden beri bir anlam bulmak zorunda. Sadece ne olduğunu değil, neden olduğunu da bilmek istiyor. Korkularını, yalnızlığını, çaresizliğini hafifletmek istiyor. Eskiden bu boşluğu dinler dolduruyordu. Tanrı’ya sığınılır, kaderine teslim olunur, kutsal metinlerde huzur aranırdı. İnsan, evrendeki yerini kutsal bir düzende görürdü. İnanç, yalnızca metafizik değil, aynı zamanda sosyal bir bağlayıcıydı. Yalnız olmadığını bilmek, bir “yolun” parçası olmak, bir cemaatin üyesi olmak insana güven verirdi.
Ve sadece dinler de değil...
Bir zamanlar siyasal akımlar da insanlara güçlü anlam dünyaları sunuyordu. Özellikle 20. yüzyılda, başta sosyalist ve sol ideolojiler olmak üzere birçok siyasal hareket, bireyin yalnızlığına karşı kolektif bir umut, dayanışma duygusu ve toplumsal dönüşüm arzusu taşıyordu. İnsan sadece kendi ruhsal dengesini değil, başkalarının iyiliğini de önemsiyor, daha adil bir dünya için mücadele ediyordu. O dönemlerde sokaklar, dernekler, kahveler, işçi toplantıları, mitingler; yalnız bireyler için değil, anlam arayan insanlar için de birer örgütlenme, anlamlanma mekânıydı.
Sol değerler, bir sınıf bilinciyle beraber, insanlara amaç veriyordu: Sömürüsüz bir gelecek, eşit bir toplum, dayanışma içinde bir yaşam... Yani sadece bireyin ruhunu değil, toplumun vicdanını da iyileştirmeye çalışıyordu. Bugünse bu ideolojik bağlam büyük ölçüde çözüldü. Toplum, hem örgütsüzleşti hem de ortak hayal kurma yetisini yitirdi. Geriye sadece birey kaldı; çaresiz, yalnız ve yönsüz bir birey.
Ve o birey, şimdi gezegenlere bakıyor, Merkür'den umut bekliyor, doğum haritasında kader arıyor.
Modern çağın anlam boşluğunu ne din doldurabiliyor artık, ne ideoloji. Ve kapitalizm kendi yarattığı bu boşluğu bizi tek tip akılsız bir canlıya dönüştürmek için tepe tepe kullanıyor.
“Bugün çok kötü hissediyorum çünkü Merkür retroda.”
“Hayatımda her şey ters gidiyor, kesin nazar var.”
“Evrene olumlu mesaj gönder, bak her şey değişecek.”
“Negatif düşünürsen negatif gerçeklik çekersin, o yüzden kötü düşünmemelisin"
“Bolluk bilincine geçemedikçe para sana gelmez.”
Bu cümlelerin hiçbirinin gerçekliği yok. Mutluluk içimizde veya enerjimizde değil. Hasta olan, eksik olan, yanlış olan biz değiliz çünkü. Hasta olan her şeyden ve her şeyimizden para kazanmaya çalışan bu sistem, bu holdingler sistemi. Hasta olan, aşkınızı ilan etmek için sizi pırlanta almaya zorlayan; suçlu olan, doğal güzelliğinizi değersizleştirerek size silikon enjekte eden bu kahrolası düzen.
Merkür bize yardım edemez, Evren'in varlığımızdan haberi bile yok, Evren'in bir bilinci yok. Beynimiz etrafa enerji yayamaz, kaderimiz tarot fallarında yazmaz.
Eğer bir enerji varsa o da kapitalizm bizden çaldığı yaşam enerjimizdir başkası değil.
Spiritüel yaklaşım Kapitalizmin insan bilincine çok boyutlu saldırısının bir parçasıdır. Insanın gerçekle kurduğu bağı ortadan kaldırmayı, insanı düşünen bir varlıktan hissederek yaşayan itaatkar bir varlığa dönüştürmeyi hedefliyor..
Bizim de buna vermemiz gereken cevap belli:
Merkür sen işine bak kardeşim, gerçek mutluluk-huzur-anlam ; enerjide, çakralarda, burçlarda değil, adaletin ve eşitliğin hüküm sürdüğü bir dünyada mümkündür. Yalnızca hissetmek değil, anlamak, bilmek ve harekete geçmek zorundayız. Kendimizi değiştirmemiz yetmez; dünyayı da değiştirmemiz gerekir.
Bu aynılaşmayı reddedeceğiz...Reddetmeliyiz...
UĞUR AL
Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladığı lisans eğitiminin ardından, genç yaşlarda adım attığı edebiyat dünyasında, yıllar boyunca hem yazar hem de yayın yönetmeni olarak üretmeyi sürdürdü. Yerelden ulusala uzanan çeşitli dergilerde kaleme aldığı yazılar; dilin, düşüncenin ve duyarlığın izini süren bir arayışın ürünü oldu. Bir süreliğine edebiyattan uzak kalsa da, söze ve anlamın derinliğine duyduğu bağlılık hiç eksilmedi. Bu sessizlik dönemi, onun için bir geri çekilme değil, daha derin bir bakışın hazırlığıydı. Şimdi, FikirEdebiyat.com aracılığıyla yeniden yazınsal üretime dönerek, hem geçmiş birikimini hem de yeni arayışlarını okurla buluşturmaktadır.