İÇ METİNLER

GECENİN KIRGINLIĞINDA AKLA GELMİŞ ESKİ BİR HATIRA

Zamanı ve mekanı söylememeliydim.
Zamanın mekanın ötesindeydi bence. Olanların hatırasının yıllar sonrasının derinliklerine kadar süzüleceğini kim bilebilirdi ki?
Çıkışını bekliyordum. Rüzgarın karasal sertliği burun deliklerimi ihanete sürüklüyordu.
Bir sınır hattında öldürülmüş bir yazarın kitabından fırlamış gibiydi her şey, bir yenidünya kitabı gibi.
Sözcükler anlamlarını yitirmeye çalışıyordu, yorgun değildim, hücrelerime kadar onu elde etmekle yoğruluyordum.
Dün olanlar raslantısal değildi, çarpaşık kaderlerimiz, ait olduklarımız ait olmaya çalıştıklarımızın toplamın çarpımıydı.
Kapıdan çıkması bekliyordum.
Bana direnemeyecekti, günahtı, ama ben zaten kurtaramadığım her insan için cehenneme gitmeyi çoktan kabul etmiştim ve zaten gözlerimi açıp etrafımı anlamaya başladığım o ilk günlerde, tavanda gördüğüm o kiremit çatıdan anlamıştım; ne şimdi ne sonra benim hiç cennetim olmayacağını.
Herkesin zebani olduğu bir toplamdı benimkisi..
Bana direnmeyecekti, çünkü bana kimse direnemezdi. Sözcüklerimin etkisinden kurtulmazdı kimse. Biliyordum, çünkü o sözcükleri sihirli kılmak için bir ömür okumuştum kitapları. Kafamdaki tüm sayfalar onu istiyordu. Güzel değildi, zayıf değildi, gözlerinin baktığı ve bakacağı yer umurumda değildi.
Bizi birbirimize yakın eden tarihin son düğümünü çözmeye çalışıyordum.
Her şeyini istemiyordum, yaşadıkları ve sevdikleri umrumda değildi, fakultenin bok rengine boyanmış duvarlarının kasveti bu sefer boğmuyordu beni, kime ait olduğuyla ilgilenmiyordum, bir sevgilisi bile vardı belki, ama o sevgili kimse dünyanın en talihsiziydi.
Belki bir şeyleri kanıtlama peşindeydim kendime, belki dün yaşananları nihayete erdirme çabasıydı, çünkü ben son sözsüz yaşayamazdım, çünkü belirsizlik benim silahımdı, çünkü sadece netlikleri anlayan bir beyin taşıyordum ben..
Kapıdan çıkacaktı ve ben onu istediğim her şeye sürükleyecektim işte.
Çünkü ben kocaman derin ve boğan bir okyanustum ve o benim kıyılarıma kadar gelmiş ve bana bir taş atma cesareti göstermişti.
Fakultenin uyduruk çimleri büyük tarihsel bir ana tanıklık edecekti. Binlerce sözcük ve binlerce belagat tekniğiyle harmanlanmış diyalektik bir akıl, neler yaptığının farkında olmayan algı kapasitesi zayıf, belleksiz ve umutsuz bir bir akılla savaşa hazırlanıyordu. Zafer kaçınılmazdı.
Şimdiye kadar hep yenmemiş miydim zaten?
Kapıdan çıktı.
Onu beklediğimi biliyordu, o benim hedefimdi, ona aşık değildim, onun bana aşık olmasını da istemiyordum, ben zaten birilerine aittim, aradığım başka bir şeydi.
Tebessüm değildi suratındaki, düpedüz kaçma isteğiydi, gözlerini saklıyordu, bakışlarını saklıyordu, içindeki fırtınayı saklıyordu, teslimiyeti ve yenilgiyi saklıyordu.
Benden kaçamazdı.
İnsanı okumayı biliyordum, öğrenmiştim, o kiremitli evde geceleri battanyenin üzerinde dolaşan fareler bana en küçük fısılıtıyı duymayı ve karanlıkta karanlığı görmeyi öğretmişlerdi.
Yaklaştım, elini tutmadım, hep çocukça buldum elleri temas ettirmeyi.
İkimizde ayaktaydık, fakultenin basamaklarında donup kalmıştık, zaman donup kalmıştı, rüzgar donup kalmıştı.
O bir hata yapmıştı, hala fokurdayan bir yanardağa çok yaklaşmıştı, yanması kaçınılmazdı.
Yüzüne baktım, o çaresiz bakış gücümün kanıtıydı. Benden kaçış yoktu, bende boğulmak mutlaktı. Bende sadece boğulabilirsin ama asla beni elde edemezsin, çünkü koca okyanusu sığacak bir kap henüz icat edilmedi
Konuşmalıydım, konuşmasam her şey susmaktan ölebilirdi.
Ağlıyor muydu ya da ağlamak mı istiyordu, umrumda değildi.

- Sevgilim olmanı istemiyorum dedim, ikimizin de bir sevgilisi var, sevgili olmak bize yetmez dedim,
beni bunlar doyurmaz dedim, bu kadar küçük günahlar bana yetmez dedim. Sana baktığımda, sana baktığımda gördüğüm bir insan olmamalı dedim, zaten değil dedim. Kelimelerim durdurulamıyordu, hiçbir savunma güdüsü onu bu sözcüklerden koruyamıyordu. Ben o tüm tarihsel çok tanrı tek tanrılı dinleri bıraktım, bırakıyorum dedim, ben sadece sana inanıyorum dedim, " İsa gibi çarmağa gerilmek olsa bile sonum, derimi yüze yüze öldürseler bile, etimi dağlayıp yüreğimi dişleseler bile senin o kutsal hakikatini yeryüzündeki zavallı insanlara taşıyan elçin olmak istiyorum dedim, sadece senin !!."

Evet bunu söyledim !!.
Kitlenmişti, inme inmiş gibi. Söyleyecek söz bulamıyordu. heyacanı dışa vuruyordu. köleleşiyordu. istediğimi elde etmiştim.
Bir zafer daha hiç sevmediğim bu boktan şehrin duvarlarına duvarlarına vuruyordu.
Belki de beni kaybetmemek için beni kaybedecek olan bi insan daha giriyordu hayatıma. Bilmiyordum, o an hiç öyle düşünmüyordum. Zaten hiçbir şey umrumda değildi.
Cümlelerimin tesiri tarifsizdi.
O büyük okyanus, sığ sularının berraklığını göstererek zavallı gemiyi yutmaya hazırlanıyordu derinlerine doğru..

Yuttu da.. O geminin enkazından geriye kalan birkaç tahta parçası gizli kıyılarına vurana dek...

 

UĞUR AL